Durup dururken bu soruda nereden çıktı şimdi diyebilirsiniz elbette, ama bana göre şu dönemde en çok birbirimize ve aynı zamanda kendimize sormamız gereken soru bu olsa gerek.
Yolculuk ne tarafa?
Yüzyıl 21, sene 2012, dünya nüfusunun 7 milyarın üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Her yıl açlıktan ölen insan sayısı ise hala tam net değil. Çin’in nüfusunun 1,4, Hindistan’ın ise 1,2 milyarlar seviyelerinde olduğu düşünüldüğünde, bu iki ülkenin toplamının dünyanın üçte bir nüfusuna sahip olduğu görülüyor. Yıllardır, Çin – Çin – Çin deyip duruyoruz, yıllardır, dünyaya ucuz mal yapıp satan, rekabeti güç olan bir ülke olarak tehdit edeceğini ve ettiğini söylüyoruz.
Bir gün çinçin diye kapımızı çalıp gireceğini ve kolay kolay da çıkmayacağını. Eh bu zaten oldu ve yaşıyoruz, rekabet etmek için deliler gibi çırpınıp, korumacı olabilmenin yollarını arıyoruz.
Çin’in yanı sıra Hindistan, Endonezya¸ Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerin de artan nüfusları ile, önemli güçler halini aldığını ve üretimlerimizi tehdit ettiklerini de görüyoruz.
1789 yılı dünya tarihi için önemli bir yıldır. Fransız İhtilali’nin gerçekleştiği, öncelikle Avrupa’nın sosyal ve siyasal yapısının bu ihtilal ile değişmeye başlaması, sonrasında tüm dünyaya etkilerinin yayıldığı önemli bir tarih. Fransız ihtilali, milliyet, eşitlik, hürriyet, adalet gibi demokrasi ilkelerinin dünyaya hızla yayılmasına neden olmuş, milliyetçilik fikrinin yayılması ile imparatorluklar dağılma sürecine girmiştir. Yine bu dönemde Fransızlar tarafından İnsan Hakları Bildirisi yayınlanarak, tüm dünyaya duyurulmuştur. Bu dönemden sonra, makinalaşma artmış, insanların yerini ise makinalar almaya başlamıştır.
Yine dünya tarihinde önemli bir tarih, 4 Temmuz 1776’dır. Yani Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu, süper güç bir ülkenin özellikle 20.yüzyıl başlarından itibaren dünyaya damgasını vuracağını adeta ilan ettiği tarih. Özellikle 1.ve 2.dünya savaşlarından sonra, dünya kaderine önemli ölçüde etki edeceğini göstermeye başlayan ABD, insanların; tüketim, müzik, reklam, finans yönetimi, perakende, hatta sinema alışkanlıklarına doğrudan etki edeceğinin işaretlerini o günden itibaren göstermeye başlamış, ama kimse aynı Amerika Birleşik Devletleri’nin süper güç olma özelliğinin de önemli etkisi ile, 2008 yılında böylesine büyük bir ekonomik krizin doğmasına sebep olacağını düşünmemiştir. Amerika, bu kez herkesi doğrudan etkileyecek önemli bir zararı dünyaya yaymış ve hayranlarını da hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu ülkeye antipati duyanların da antipatilerinin bir kat daha artmasına sebebiyet vermişti.
Dünyada, gün geçmiyor ki, önemli bir değişiklik yaşanmasın, üzüntüler olmasın, açlıktan insanlar ölmesin, hayvanlar katledilmesin. Kriz ile değişen tüketim alışkanlıklarına rağmen hayat devam ediyor, insanlar yaşamlarını kaldığı yerden sürdürüyor. Ekonomik krizin etkisi belki benzer bir finansal krize yol açmayarak, bir süre daha insanlar, kazandıkları oranda harcama alışkanlığını elde etmek için kendilerini zorlamayı öğrendiler. Tüccarlar daha az kar’lar ile, daha verimli yönetilen işler yapmaya çalıştılar. İşsiz kalanlar, işlerinin kıymetini daha fazla bilerek, gereksiz tüketimden uzaklaşmaya çalıştılar. İşlerini sürdürenler de, gelecek kaygısı ile, harcamalarını kontrol altına almaya gayret ederek daha az borçlanmaya çalıştılar. Ama bir süre sonra, olanlar unutularak, finansçıların yaratacağı yeni enstrümanlar aşırı tüketimden haz duyan insanlığı eskiye tekrar çabuk döndürmeyi başardı.
Bir gün belki de kıtlık had safhalara ulaşacak ve insanlar birbirlerine saldırarak ellerindekini yağmalamak suretiyle alacaklar ve belki de ilk çağlara geri dönülecek. Veya, herkes duracak, düşünecek. Kendi kendisine ve çevresindekilere “yolculuk ne tarafa” diye soracak ve dünyanın doğru yöne gitmesi, insanlığın daha medeni ve huzur içerisinde varlığını sürdürmesi için elinden geleni yapacak, yeryüzünde barışa yönelecek, güç savaşlarına son verecek, açlıktan ölenlere destek verecek ve bunu engelleyecek, doğayı koruyacak, doğru ve dengeli ekonomik güçlerin oluşması için mücadele verecek.
Şimdi anladınız mı neden bu soruyu sorduğumu kendi kendime….
Hakan Çınar/Perşembe Rotası