21.yüzyılda ilerlediğimiz, Gümrük Birliği’nde 15 yılı geride bıraktığımız, teknolojinin neredeyse her gün çağ atladığı, Dünya ticaret hacminin 20 trilyon dolarlar seviyesine ulaştığı, neredeyse sokaktaki çocuğun, evinde bilgisayarı olan anneannemizin dış ticaret yapabildiği bir dönemde; gümrük sistemi arızalandığı için sistemi devre dışı kalan ve ihracat-ithalatı bir süreliğine de olsa duran, rüşvet skandalı sebebiyle iş yapmakta zorlanıyoruz diye Gümrük Müşavirleri’nin eylem yapmak durumunda kaldığı ve hükümet yetkililerinin bu sebeple ilgili gümrüğü ziyaret ettiği, yeryüzündeki tek ülke herhalde bizizdir diye düşünüyorum.
Küreselleşmenin bütün dünya ülkelerini birleştirerek geniş bir kent yarattığı, bu kentte insanların tüketim tarzlarının, kurumların, grupların, yaşantıların birbirleri ile eşleştiği, farklı bir yaşam tarzının kalmadığı, ekonomi ve ticarette milli devletlerin etkinliklerinin ve denetimlerinin ortadan kalktığı, uluslararası şirketlerin belirleyici oldukları uluslar arası bir pazarın varlığını inkar etmek neredeyse imkansız. Bu pazarda insanlar, mallar, hizmetler ve sermayenin önündeki sınırların ortadan kalktığı, ulaşım ve iletişimin baş döndürücü hızla geliştiği, teknolojinin dünyanın her yerinde üretim ve pazarlamaya imkan verdiği, mali piyasaların dünya ölçeğinde bağımsız ve olağanüstü güç haline geldiği de hepimizce bilinmektedir. Dünyada bunlar olup biterken, Ülke’mizin de bu değişim ve gelişimden payını aldığı muhakkak. Ama tüm bunları başarırken, nelerle uğraşıyor, ne sorunları aşıyoruz, gelin bir de bize sorun.
Dış ticaretimizi tartışıyor ve ilerilere götürmek için hep birlikte çaba harcıyoruz. Ve hatta sık sık, Türkiye’nin ekonomisinin istenilen seviyelere ulaşmasındaki en büyük payın dış ticaretimizdeki gelişim olduğunu, özellikle ihracatımızı çok daha fazlalaştırmamız gerektiğini sürekli yineliyoruz. Bu yönde konuşup tartışırken, lojistiğin önemini, bu alandaki gelişimleri, Ülke’mizin coğrafi konumunu da sürekli olarak dile getiriyor ve daha iyi konuma ulaşması için nelere sahip olmamız gerektiğini, izlememiz gereken yol ve stratejileri de sürekli olarak tekrarlıyoruz. Üstelik bunları çekinmeden, her platformda ve rahatlıkla gerçekleştirebiliyoruz. Peki ama, herşeyi tartışabildiğimize ve masaya yatırarak iyileştirmek için özgürce konuşabildiğimize inandığımız bu süreçte, gümrüklerimizi de aynı açıklıkla irdeliyor ve tartışabiliyormuyuz. Ne yazık ki hayır. Gümrük çalışanlarımızı, sistemimizi, yaşanılan aksaklıkları ve bu yönde yapabileceklerimizi daha fazla tartışmaktan çekiniyor ve yeterince açık olarak eleştirilerimizi yapmıyoruz. Acaba, gümrüklerimizin ve gümrüklerdeki işleyişin; limanlarımızdan, demiryollarımızdan, tırlarımızdan, depolarımızdan - antrepolarımızdan, daha mı az önemli olduğu için. Bu sorunun da cevabı hayır. Peki öyleyse neden?
Türkiye’nin varmak istediği noktayı ve dış ticaretinde son 25 yılda katettiği aşamaları gözönünde bulundurduğumuzda, önümüzdeki hedefleri ve ulaşacağımız noktayı kestirebilmek gayet mümkün. Ancak, hepimizin bir durup düşünmesi lazım; teknolojinin ve lojistiğin gelişim hızına, gümrük mevzuatımız ve gümrüklerimizdeki işleyiş aynı paralelde ayak uyduramazsa, eşyaların giriş ve çıkış kapıları olan gümrüklerimizde işler sağlıklı olarak yürümez ve aksaklıklar sürerse, kafalarda hep varolduğu düşünülen menfaat ilişkilerine son verilemezse ve herkes olaya böyle gelmiş, böyle gider diye bakarsa, sistemi iyileştirmek mümkün müdür? Cevap yine hayır.
Ben bugün yazımı okuyan herkese bir davet göndermek istiyorum. Haydi gelin, gümrüklerimizi de tartışalım ve daha iyi hale gelmesi için nelerin yapılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi cesaretle ortaya koyalım. Eminim, buna bürokratlarımız da gerekli desteği vereceklerdir. Unutmayın çaresiz değilsiniz, çare “siz” siniz.
Saygılarımla;
Dr.Hakan Çınar