20. Yüzyılın son çeyreğinde dünyanın en önemli tekstil üreticilerinden biri olan Türkiye’de roller değişmeye başladı.
Yaklaşık olarak 4 milyon kişinin istihdam edildiği tekstil sektörü (hazır giyim, tekstil, tekstil hammadde, deri mamulleri ve halı) 2009 yılında kümüle olarak 20 milyar dolar civarında ihracat yapmış durumda. Bu rakam hemen hemen otomotiv sektörünün ihracat rakamına eşit. Diğer bir deyişle tekstil sektörünün Türkiye ihracatına katkısı yaklaşık %20.
İstanbul ve çevresi, Bursa, Denizli, İzmir, Adana, Mersin, Gaziantep ve Maraş bölgeleri tekstil imalatının yoğun olduğu bölgeler. Aynı zamanda nüfus açısından da oldukça yoğun olan bu bölgeler için tekstil üretimi hala hayati önem taşımakta. Üretim ile güçlenen nüfus, kazandığını toprağa, fabrikaya ya da başka bir sanayiye yatırıyor. Tekstil üretiminin yoğun olduğu bölgeler iş amaçlı gelen birçok yerli ve yabancı turisti de ağırlayarak turizm sektörüne de destek olmakta. Tekstilin bu katma değeri, oteller, lokantalar ve diğer yerel esnaf için de oldukça önem teşkil ediyor.
Türkiye’nin nispeten daha gelişmiş olan batı bölgeleri, gelişen mali yapılarıyla daha fazla finans, otomotiv ve turizme yönelirken, orta ve doğu bölgeler ise hala üretime aç bir halde yapılacak olan yatırımları beklemekte.
Toprağın ve iş gücünün ucuz olduğu orta ve doğu bölgeler hem yatırım için cazip hem de Türkiye’nin tüm lojistik altyapısının avantajlarını kullandırmaya hazır. Bugün İstanbul, Ankara ve İzmir gibi merkez illerden 1 gün içinde havalanan onlarca uçak bu potansiyel üretim bölgelerine 1 saat içinde ulaşım sağlıyor. Aynı zamanda Türkiye’nin karayoluyla batıya açılan sınır kapısı olan Kapıkule isee bu potansiyel üretim alanlarına karayoluyla sadece 1.5 gün uzaklıkta. Diğer taraftan Avrupa ve Amerika’ya direk gemi seferleri yapılan Mersin limanıysa Adana’ya sadece 100 km uzaklıkta. Keza İzmir Limanı da Türkiye’nin batıya açılan bir başka kapısı ola özelliğini koruyor.
Tüm bu avantajlar Türkiye’nin yaklaşık 30 yıllık tekstil birikimiyle birleşince iddia ediyorum ki Türkiye’de yapılan imalat hala Uzak Doğu’da yapılan imalattan daha ucuz. Çünkü hızın yarattığı katma değer maalesef maliyet fiyatlarında ön plana çıkmasa da, rekabette kazanılan ya da kaybedilen karlar yılsonu bilançolarının dibinde kendini gösteriyor.
Türkiye, Avrupa’ya olan yakınlığı, Avrupalı alıcılar ile aynı dili konuşması, etik kurallara saygılı imalatçılarıyla üretimden direkt mağazaya ürün gönderebilme kapasitesiyle yukarıda bahsettiğim hız konusunda hala rakipsiz. Bugün Türkiye’de üretimi biten bir ürünü 10 gün içinde Avrupa’nın herhangi bir şehrinde bulunan bir mağazanın rafında görebilirsiniz.
Türkiye’de açılan lojistik merkezleri sayesinde de etiketleme, ürün toplama, ürün birleştirme, mağaza bazında asorti hazırlama gibi işlemler çok hızlı ve Avrupa’ya nazaran çok daha ucuza yapılabiliniyor. Ve bu ürünler varış noktalarında herhangi bir katma değerli hizmete tabii olmadan direk mağazalara sevk edilebiliniyor. Hatta Türkiye’de bulunan lojistik merkezleri bir çok Avrupalı perakendeci tarafından kısa vadeli stoklama alanları olarak ta kullanılıyor. Depoda hazır bekleyen bir ürünü 3-4 gün içinde Almanya’ya, 4-5 günde Fransa’ya, 6 günde de İngiltere’ye ulaştırmak mümkün. Rekabette ön plana çıkmak isteyen, yeni ürününü rakibinden daha önce rafta sergilemeyi amaç edinen her perakendeci için Türkiye hala en önemli ve değerli üretim merkezidir. Yeter ki Türkiye’nin sıralanan bu avantajlarını çok açık bir şekilde dünyaya duyuralım.
Türkiye’de yıllar içinde gelişen ekonomi toplumu önce üreten ardından yatırım yapan ve nihayetinde de tüketen bir toplum haline getirdi. Bugün Türkiye’de yüzlerce AVM, on binlerce mağaza var. Bu sayede geçmişin bazı köklü üreticileri saf değiştirerek perakendeci oldular ve hala Türkiye’yi ve Türk ürünleriyle dünyaya açıyorlar. Mavi Jeans, Koton, Vakko, Desa, Damat, Adil Işık, LC Waikiki, Colin’s, Balizza gibi markalar ve daha birçok marka Türkiye’de mağazalaşmanın yanı sıra dünyada da mağazalaşıyorlar.
Yılların tekstil üreticisi Türkiye artık tekstil ürünlerini kendi dizayn eden, satın alan ve pazarlayan bir konuma geçiyor. “Made in Turkey” etiketi “Turquality” ile markalaşırken ülkemizde de Moda Günleri, fuarlar düzenleniyor.
Tekstilde yaşanan bu markalaşma ister istemez lojistik sektöründe de markalaşmaya sebep oluyor. Türkiye’de tekstile özgü depo yatırımları yapan, tekstil taşımasına uygun araç alımı yapan bir çok lojistik firması mevcut. Sadece sabit yatırımlar değil aynı zamanda tecrübeli insan kaynakları ve tekstile özgü yazılımlarda bu firmaları ön plana çıkarabilecek diğer unsunlar.
Sözün kısası Türkiye öylesine zengin bir mozaik ki, bir tarafta “üreten” yapısı diğer tarafta “markalaşan” trendleriyle hala Avrupa’nın potansiyelini yeteri kadar değerlendirmediği en büyük (!) iş ortağı.
Umarım Fransa’da düzenlenen SITL fuarında Türk firmaları güzel iş bağlantıları yaparlar ve bu vesileyle 2010’a güzel bir başlangıç yapmış olurlar.
Kaynak: Kosta SANDALCI-UTA