Manisa'nın Selendi ilçesinde Roman vatandaşlarımızla diğer vatandaşlarımız arasında gerginlik çıkıyor. Televizyona konuşan Roman kadınlardan biri, "Bizim oğullarımız askere gitmiyor mu? Biz askerlik yapmıyor muyuz? Biz bu ülkenin (eşit) vatandaşlarından değil miyiz?" diye isyan ediyor.
Eğer böyle bir olay ABD'de olsaydı aynı kadın mutlaka "Biz vergimizi tam ödüyoruz" diye isyan ederdi. Çünkü gelişmiş Batı toplumlarında vatandaşlık kavramı verginin ödenmesi ile bütünleşmiştir.
Şurası bir gerçek ki kimse (ciddi olarak zorlanmazsa), vergi ödemek istemez. Öyle ya! Siz gece-gündüz demeden çalışacaksınız; binbir güçlükle para kazanacaksınız; daha sonra devlet gelecek ve bu kazancın yüzde 20'si ile yüzde 45'i arasında bir miktarını alıp gidecek! Üstelik sizden "güzellikle"(!) toplanan paranın devlet çarklarında nasıl çarçur olduğunu da her gün üzülerek göreceksiniz..
17. yüzyıldan bu yana Fransız felsefecilerce ortaya atılmış bir kavram vardır: Devlet ile bireyin adı konmamış anlaşması. Birey huzurlu bir iş, çalışma ve yaşam ortamı sağlanması için (ve bu ortam sağlanınca) para kazanacak ve devlete vergi ödeyecektir. Devlet de o huzurlu, adaletli, emniyetli ve güvenli ortamı sağlayacaktır.
Daha sonraları sosyal devlet ve refah devleti kavramlarının çıkması ile birlikte devlete adalet, emniyet ve güvenlik işlevlerinin yanı sıra sağlık, eğitim, altyapı, sosyal güvenlik gibi işlevler de yüklenmiştir. Ama devlet bu işlevleri sadece ve sadece vergi toplayarak yapabilir.
Şimdi "Ama devlet bizden topladığı vergileri çarçur ediyor" ya da "Hiç kimse vergi vermezken ben versem ne olur" veyahut "Ben herkesin enayisi miyim ki herkes vergi kaçırırken ben vergi vereyim" tartışmalarına hiç girmeyelim.
Vergi toplamanın ilk ve tek yolu kamuoyuna korku salmaktır. Yüreklere vergi korkusu salacaksın. Yok, eğitimle falan olmaz. Hatta eğitimle hiç olmaz. Eğitilmiş adam daha cin gibi bir kafaya sahip olacağından, vergi kaçırmanın yollarını daha iyi bulur!
"Korku salmak" konusunda polislerin yaptıkları alkol denetimlerini örnek vereceğiz. Sanırız 4-5 yıl öncesine kadar bu denetimler hiç dikkat çekmezdi, değil mi? Alkollü yakalanan şoförler "çorba parasını" ödeyip yollarına devam ederlerdi.
Ama daha sonra alkolölçerlerin içine bilgisayar çipleri konunca işin rengi değişti. Polisler çorba parası "alamaz" oldular. Çünkü alkolölçerin çipi merkeze kaç kişinin alkollü çıktığını hemen bildiriyordu! Ülkenin en tanınmış simaları bile alkollü araç kullanmaktan ehliyetlerini 6 ay kaybettiler.
Sonuç? Şimdi alkollü araba kullanan sayısı oldukça azaldı. Çünkü işin şakası yok; yakalanırsan ehliyet 6 aylığına gidiyor. Büyük risk! Almaya değmez. Taksi parasını verirsin daha iyi.
İşte vergi toplama konusunda da bu biçimde bir korku salamazsanız kimseden vergi falan toplayamazsınız. Ondan sonra abanırsınız benzinin, sigaranın, içkinin ÖTV'sine!
Türkiye'de gerçekten kaç kişi vergi veriyordur sanıyorsunuz? Örneğin bugüne kadar (20 yıldır) hep profesyonel maaşlı olarak çalışan ben, hiç Gelir Vergisi ödemedim. Benim adıma ödenen vergi bence benim gelir vergim değil, işverenimin ödediği istihdam vergisidir. Eğer maaşımı pazarlık ederken hep net rakam üzerinden konuşuyorsam, maaşım üzerinden ödenen verginin asıl ödeyicisi de aslında ben değilimdir.
Ya peki siz? Yaşamınızda hiç Gelir Vergisi beyannamesi verdiniz mi? Vergi dairesine gidip vergi yatırdınız mı? Mali müşavirinizle vergi planlamanızı tartıştınız mı?
Bu sorulara birçok Türk vatandaşı "yoooo" yanıtını verecektir. Çünkü Türkler Gelir Vergisi vermezler ve Türk devleti de Gelir Vergisi toplamayı bilmez. O nedenle de abanır ÖTV ve KDV gibi dolaylı (gelire değil de tüketime dayalı olduğu için) adaletsiz vergilere.
İstanbul Ticaret Odası Başkanı (ve arkadaşım) Murat Yalçıntaş, Maliye'nin kod uygulaması konusunda az bile söyledi. Varlık Barışı miktarı artsın diye tamamen bir kod terörü yaşandı. Yani iş dünyasına korku salındı. Ancak asıl korkunun iş dünyasına değil, genel kamuoyuna ve vergi konusunda salınması gerekirdi.
Kaynak: Referans