OECD'nin geçen hafta yayımlanan "Ekonomik Görünüm Kasım 2009" raporunda Türkiye'nin 2010 ve 2011'de büyüme oranlarını yüzde 3,7 ile 4,6 ile üye ülkeler arasında en yüksek oranlar olarak tahmin etmesi medyada büyük yankı yaptı. "Türkiye büyüme şampiyonu" mealinde başlıklar çıktı. Hatta orta vadede, tam olarak 2012-2017 döneminde Türkiye'nin yüzde 6,7 büyüyeceği, -ki bu OECD'nin tahmini değil basınımızın yakıştırmasıydı- yüreklere su serpti. Gururlandık. Fazla yorulmadan, sıkılmadan kalkınmada büyük sıçrama yapacağımıza inanmaya başladık.
Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil. Bardağın dolu tarafında 2010 ve 2011'de nispeten düşük büyüme hızları öngörüsüne rağmen Türkiye'nin bu dönemde OECD büyüme şampiyonu olacağı beklentisi var. Buna bir itirazım yok. OECD'nin kısa vadeli büyüme tahminlerini gerçekçi buluyorum. Ama bardağın bir de boş tarafı var.
Büyümenin ölçütleri
İtirazım iki yıllık büyüme hızının tek başına ölçüt kabul edilmesi. Oysa daha nesnel bir değerlendirme için kriz yılı olan 2009'daki küçülmeyi de hesaba katmak gerekiyor. Çok küçülürseniz büyüme hızınızın daha yüksek, az küçülürseniz büyüme hızınızın daha düşük olma ihtimali yüksektir. Buna baz etkisi diyoruz. Ancak bu düzeltme yetmez. Bir de kişi başına gelire bakmalıyız. Kimi ülkede nüfus az ya da çok artıyor, kimisinde ise düşüş başladı bile. Büyümeden nüfus artışını düşmek refah artışı konusunda daha doğru bilgi verecektir.
Ancak bu düzeltme de yetmez. İşsizlik de önemli. Büyüme göreli olarak yüksek olsa bile işsizliği azaltmaya yetmiyorsa sevinmek için bir neden yok demektir. Bir de büyümenin sürdürülebilir, halk deyişiyle "sağlıklı" olup olmadığını irdelemek iyi olur. Bunun için cari açıkla kamu borcunun seviyeleri ile değişimlerinin yönlerine bakabiliriz. Büyüme cari açığı ve kamu borcunu artıran, yani iç talebe dayanan cinsten mi, yoksa ihracata dayalı bir büyüme mi? Cari açık ve kamu borcu birlikte artıyorlarsa büyüme uzun ömürlü olmayabilir.
Türkiye'nin vasat performansı
OECD'nin büyüme tahminlerinin daha nesnel ve kapsamlı bir değerlendirmesi için seçilmiş ülkelerden oluşan karşılaştırmalı bir tablo hazırladım (Tablo 1). Tabloya başarılı ve başarısızlardan, gelişmiş olanlarla gelişmekte olanlardan, sanayide iddialı olanlarla olmayanlardan oluşan küçük bir örnek seçtim. Aralarına da Türkiye'yi ekledim. Evet Türkiye en başarısızı değil ama şampiyon da değil. Ortalarda bir yerde.
Bir kere işin içine 2009 yılı büyüme tahmini katılınca manzara hemen değişiyor. OECD, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 6,5 küçüleceğini tahmin ediyor. 2009-2011 üç yılın ortalamasını aldığınızda yıllık büyüme oranı yüzde 0,6'ya düşüyor. Çok düşük olsa da bu büyüme performansı negatif büyüme oranlarına sahip Almanya, Macaristan, İspanya ve Meksika'ya kıyasla oldukça iyi sayılır. Ancak işin içine kişi başına geliri kattığımızda durum bir kez daha değişiyor. Tablo 1'in ikinci sütununda 2009-2011 ortalama büyüme oranını nüfus değişim oranından çıkartıyorum. Bu oran Türkiye için halen yüzde 1,2. Sonuçta 2009-2011 döneminde Türkiye'de kişi başına gelir yüzde 0,6 oranında azalıyor. Yani OECD içinde en yüksek büyüme hızlarına sahip olsak bile, krizde büyük şok geçiren ortalama vatandaş iki yıl sonra bile kendine gelemiyor. Üç ülkede, İspanya, Macaristan ve Meksika'da durum daha beter.
Gerçek şampiyonlar
OECD'nin gerçek büyüme şampiyonları Polonya ve Güney Kore. Polonya krizde küçülmedi, aksine büyüdü. Polonya'nın 2009 büyüme hızını OECD yüzde 1,4 olarak tahmin ediyor. Güney Kore ise sıfır büyüme ile krizi atlatacak. Polonya 2010 ve 2011'de ortalama yüzde 2,8, Kore ise yüzde 4,3 büyüyecek. Türkiye'nin büyümesine hemen hemen eşit.
Polonya'da nüfus sabitlendi, Güney Kore'de ise artış yüzde 0,5. Sonuçta bu iki ülkenin üç yıllık ortalama kişi başına gelir artışları yüzde 2,3'te eşitleniyor. Bu iki şampiyon diğer tüm OECD ülkelerine büyük fark atıyor. Bunu nasıl başardıkları bu yazının konusu değil. Ancak şunu belirteyim: Kore zaten yüksek rekabet gücüne sahip bir sanayi ekonomisi ve büyümesinde ihracat önemli rol oynuyor. Polonya ise son yıllarda esaslı yapısal reformlar yaptı ve banka sistemini sağlam tuttu. Bizim gibi tüketim, özellikle de yatırımda güven bunalımı yaşamadı. IMF ile baharda iyi bir "esnek kredi" anlaşması yaptı. Yatırım performansı fazla düşmedi. Ama en iyisi hangisi diye sorarsanız, tereddütsüz Güney Kore derim. İşsizlik, cari açık ve kamu borcu performansları nedeniyle.
İşsizlikten ne haber?
Güney Kore işsizlikte OECD'nin en düşük oranına sahip olmakla kalmıyor (yüzde 3,6) yönü de aşağıya doğru (eksi işareti). Polonya'nın durumu ise işsizlik açısından pek parlak değil. Hem oran göreli olarak yüksek (yüzde 9,2) hem de yön yukarı doğru (artı işareti). Türkiye'nin durumu ise oldukça vahim. Hem üç yılın tahmin edilen ortalaması çok yüksek (yüzde 14,9) hem de yön yukarı doğru. Nitekim OECD 2010'da işsizlik oranının yüzde 15,2'ye çıkacağını, 2011'de ise ancak yüzde 15'e gerileyeceğini tahmin ediyor.
Tabii daha beterleri de var. Krizle birlikte İspanya'da işsizlik muazzam artarak yüzde 18'i geçti. Gelecek iki yılda az da olsa artmaya devam etmesi bekleniyor. Pek çok ülkede krizden çıkışın başlamasına rağmen büyüme performansları düşük kalacağından işsizlikte sınırlı da olsa artışın devam etmesi bekleniyor. Bu da canlanmayı olumsuz etkiliyor.
Büyümenin bedeli
Büyümeyi değerlendirirken bu büyümenin sağlam temellere oturup oturmadığına, diğer bir deyişle uzun soluklu olup olamayacağına bakmak gerekir. Bu, elbette oldukça kapsamlı bir makroekonomik performans değerlendirmesini gerektirir. Böyle bir kapsam bu yazının sınırlarını aşar. Bu nedenle iki önemli makroekonomik performansa, cari ödemeler dengesi ile kamu borçlanmasına hızlıca göz atmayı teklif ediyorum. Tabloda sadece üç ülke, Almanya, Güney Kore ve Meksika cari fazlaya sahip. Türkiye'nin cari açığı kriz nedeniyle bir hayli küçülmüş durumda ama yine ekside ve büyüme ile birlikte tekrar artmaya başlıyor. Bunun şaşırtıcı bir yanı yok. Açık/GSYH oranı 2011'de yüzde 3,3'e çıkıyor. Bu, yakın geçmişe kıyasla düşük. Finansmanı da güç olmayabilir. Ancak bir şey yapılmadığı takdirde orta vadede enerji fiyatlarına bağlı olarak artması kaçınılmaz olacaktır.
Tabii bu arada cari açık açısından bizden çok daha beter durumda olan Yunanistan var. Açık oranı yüzde 10'u geçiyor. Ama yakın geçmişte oran yüzde 15'i bulmuştu. Nasıl idare ediyorlar? Çok basit. Sevgili komşumuz, AB Euro Alanı üyesi ve bundan iyi yararlanıyor. Ama artık komşu tavernaların sıcak atmosferini soğutmak zorunda. Eğlence bitti. Yunanistan borç şampiyonu. Net kamu borç oranı 2007'de yüzde 70'ten 2011'de yüzde 100'e çıkıyor. Bu senaryoda bile ciddi kemer sıkması gerekiyor. Bu yıl bütçe açığı yüzde 13'e yakın. Kemer sıkmazsa borç alıp başını gidecek.
Borç performansı açısından yine en iyisi Güney Kore. Hem borç oranı düşük hem de düşme eğiliminde. Borç oranının yanında iki artı olanlar kamu borcunu en hızlı artırması beklenenler. Bunların arasında en kötüsü Fransa çünkü borç oranı yüksek. Ve bu durum Almanya ile Fransa arasında yakın gelecekte kopacak fırtınanın habercisi.
Benim sıralamam ve orta vadeli perspektif
Bunca laftan sonra "Sen de bir sıralama yap" derseniz, birinci sıraya hiç tereddütsüz Güney Kore'yi, ikinci sıraya da Polonya'yı koyarım. En son sıraya ise Yunanistan'ı yerleştiririm. Sondan bir önceki sırayı da Macaristan alır. Türkiye ortalarda bir yere yerleşir. Türkiye 2010 ve 2011 büyüme tahminleri açısından Güney Kore ile ilk sırayı almaktadır ama krizde kaybettiği kişi başına geliri telafi edememekte, işsizliği azaltamamakta, cari açığını ve borç oranını ise sınırlı da olsa artırmaktadır.
Bu performansla yetineceksek sorun yok. Ama ben Türkiye'nin bu performans ile mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha orta vadeli bakışla 2012-2017 döneminde Türkiye'nin yılda ortalama yüzde 6,7 büyüyeceği ise şimdilik bir rivayet. Yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyor. OECD orta vadede büyüme tahmini yapmıyor. Sadece şu soruyu soruyor: Her ülkenin tahmini potansiyel büyüme hızı veri iken, krizle birlikte ortaya çıkan ve gelecek iki yılda da tam olarak kapanmayacak olan çıktı açığı 2012-2017 döneminde kapanırsa büyüme ortalama kaç olur?
Yanıt Türkiye için yüzde 6,7 olur. OECD Türkiye'nin potansiyel büyüme hızını yüzde 4,6 civarında tahmin ettiğinden (OECD raporunda bu tahmin yer almıyor ama hesaplamak zor değil, ayrıca hesabımı OECD kaynağıma doğrulattım) soru şöyle de formüle edilebilir: Türkiye 2009-2017 arasında yılda ortalama yüzde 4,6 büyüseydi, GSYH'nin geleceği seviye ne olurdu? Bundan sonra bu seviyeyi yakalamak için büyüme hızı ne olmalı? Yanıt: yüzde 6,7. İyi de bu performans hiç de otomatiğe bağlı değil. Bunu başarabilmek için rekabet gücünü ve verimliliği artıracak reformlar gerekiyor. Hodri meydan...
Kaynak: Referans