Küresel talebin düşmesi iç talepteki daralmayla birleşince ihracatın,
riski azaltmaya yönelik ihracat uygulaması, anlamını yitirmiş oldu.
Türkiye'de kurulu bir
şirket neden ihracat yapar? Bu soruya, "Tatlı kârlar olduğu için"
biçiminde kestirme bir yanıt verirsek yanlış olur. Bugünkü rekabetçi küresel
ortamda, dünyada ihracat ne kolay bir iştir ne de "zannedildiği
kadar" kârlıdır. Konuya şöyle yaklaşılabilir: Türkiye'nin iç pazarını,
hele sanayi ürünleri söz konusu olduğunda, bizim önemli ihracat pazarımız olan
Avrupa Birliği ülkelerindeki gibi rekabetçi olarak düşünemeyiz.
Türkiye'nin iç
pazarını, iktisat kuramcılarının "tekelci rekabet" adını verdikleri
aksak rekabet tipi ile tanımlamak daha uygun olur. Bu piyasada yine çok sayıda
satıcı vardır. Çünkü Türkiye'de iç pazara giriş, ithalat yoluyla, bir dereceye
kadar serbesttir. Ancak iç pazarda satılan mallar marka, nitelik vs itibarıyla
faklılaşmışlardır. Bu tür piyasada sınırlı fiyat rekabeti ve kalite rekabeti
olur. [Bazı piyasalarda (örneğin otomobil), bu yapı nitelik farklılıklarının
olduğu "az satıcılı" (oligopolistik) piyasaya da dönüşebilir. Bu
durum, bu yazının amacı açısından farklılık yaratmıyor.] Bu tür piyasalarda,
"genelde" kâr oranları, rekabetçi piyasaya oranla yüksek olur. Peki,
buna rağmen şirketlerimiz neden çok daha rekabetçi, dolayısıyla daha az kârlı
ve zahmetli dış pazarlara girmek/tutunmak için uğraşıyorlar?
Risk düşürme
stratejisi
Bu soruya iki farklı
yanıt verilebilir. Bunlardan ilki üretim miktarının artmasının birim başına
maliyeti düşürmesidir. İktisatta "ölçeğe göre artan getiri" denilen
olayın geçerli olduğu üretim faaliyetleri söz konusu olduğunda, iç pazar
yeterince büyük değilse, dış pazarı buna ekleyerek ölçek büyümesi sağlanabilir.
Bu, birim başına maliyet düşüşü sağlamak yoluyla kârlılığı artırmaya katkı
yapabilir. Kuşkusuz bu, her üretim faaliyeti için geçerli değildir. Bazen
teknoloji "ölçeğe göre artan getiri" olanağı vermez, bazen de iç
pazar yeterince geniş olabilir.
İkinci yanıt daha
genel bir nitelik taşımaktadır. "İç pazarda satış yapmak" ve
"ihracat" iki farklı iktisadi faaliyet olarak düşünülebilir. Bunların
her ikisinin de riski vardır. İç pazarda satışlar iktisadi durgunluk, üretilen
mala vergi konması, tüketicilerin tercihlerinin değişmesi gibi nedenlerle
düşebilir. Öte yandan dış pazarda rekabetin yoğunlaşması, çapraz kurlarda
beklenmedik gelişmeler gibi nedenlerle satışlar olumsuz etkilenebilir. Eğer
"iç ve dış piyasalar birbirlerinden bağımsızlarsa"; o zaman, bu iki
piyasada birden faaliyet göstermenin şirketin toplam riskini düşürebileceği
kolayca gösterilebilir.
Üstelik bu sonuç dış
piyasanın riskinin iç piyasadan daha fazla olduğu zaman bile, tabii bazı
koşullar altında, geçerlidir. Demek ki iç piyasadaki herhangi bir olumsuz
gelişmeye karşı kendisini sigorta ettirmek isteyen bir şirket için ihracat
pazarına yönelmek anlamlı bir stratejidir. Bu nedenle Türkiye'de yerleşik
şirketlerin bir kısmı iç pazarın yanı sıra ihracata da yönelmektedirler. Bu tür
şirketlere "geleneksel ihracatçılar" diyelim.
Bu yaklaşım,
dayandığı iç ve dış piyasaların birbirlerinden bağımsızlığı varsayımı geçerli
olmadığında beklenen sonucu vermez. 2008 ve sonrasında gördüğümüz de budur.
2008'in son çeyreğinden başlayarak Türkiye'de iç pazar, içsel nedenler ve
bunlara eklenen dış şokun da etkisiyle daraldı. Benzer bir gelişme
ihracatımızda da oldu. 2008 Ekim ayında yüzde 1,7 düşen ihracatımız daha
sonraki aylarda hep çift haneli, hatta yüzde 20-30 arasında seyreden oranlarda
düştü. Bunun sonucu olarak geleneksel ihracatçı şirketler risklerini
düşüremediler.
Farklı bir ihracat
tipi
Türkiye'nin
ihracatında özellikle 2001 sonrasında daha da belirginleşen bir başka eğilim
ortaya çıktı. Bu da Türkiye'de yerleşik bazı şirketlerin uluslararası üretim
zincirinin içinde yer alması olgusu. "Zincir üyesi" olarak adlandırabileceğimiz
bu ikinci tür şirketler, özünde, içinde yer aldıkları zincirin gereklerine göre
üretim ve ihracat yapmak üzere faaliyet gösteriyorlar. Bu tür şirketlere
örnekler otomotiv ve ara malı gibi sanayilerden verilebilir.
Aslında bu
şirketlerin davranışlarında da riski düşürme kaygısı ön planda. Ancak yöntem
farklı: Uluslararası üretim zincirinin parçası olan bir şirket, zinciri
oluşturan temel karar birimi (ya da birimleri) ile üretimin belli bir aşamasını
Türkiye'de yapmak için anlaşıyor. Ne kadar üretileceği, üretim zincirinin diğer
halkalarından alınan girdileri nereden ve hangi koşullarla alınacağı, üretimin
zincirin hangi halkalarına hangi koşullarla satılacağını kapsayan birden çok
yılı kapsayan bir bağıt yapılıyor. Böyle bir bağıtın var olması, uluslararası
üretim zincirine katılan şirket için riski düşüren bir unsur. Hangi fiyattan,
kime satacağını ve ithal girdi gereksinimini hangi koşullarda, nereden
sağlayacağını biliyor. Dikkat edilirse bu tür şirketlerin durumu yukarıda ele
alınanlardan farklı. "Zincir üyesi" şirketler için dış piyasa o kadar
riskli değil. Çünkü bu şirketler için başka ülkelerdeki pazarlara girme, o
pazarlardaki payını koruma gibi bir sorun yok. Bu sorunu çözmek uluslararası
üretim zincirini oluşturan ana şirketin sorunu. Bu şirketler de genelde
uluslararası dev şirketler. Oysa küresel odaklı şirketler iç pazara
yöneldiklerinde bu faaliyetlerinin riski onlarda kalıyor. Bu açıdan bakılırsa,
belki de küresel odaklı şirketler için ihracat, iç pazar için üretim yapmaya
oranla daha da az riskli bile olabilir. 2008 krizinin küresel niteliği,
"zincir üyesi" şirketleri de olumsuz etkiledi. Küresel talebin
düşmesi, zincirin her halkası için üretim ve ihracat düşüşlerine yol açtı.
Türkiye'de iç talepteki daralma da bu etkiyi iç pazarla hafifletme şansı
olabilecek şirketlerin bile bunu başarabilmelerini engelledi. Dolayısıyla
yapılan bağıt, 2008'in olağanüstü koşullarında, bu şirketleri de riskten
koruyamadı. Onların da üretimi düştü.
Hangisi katkı sağlar
Türkiye'nin
ihracatına ilişkin miktar ve fiyat endekslerine bakıldığında, kabaca,
"geleneksel ihracatçıların" hâkim olduğu kesimlerde kriz ortamında
yüzde 20-30 arasında fiyat düşüşü, buna karşılık yüzde 5-10 arasında miktar
azalması görülüyor. Buna karşılık "zincir üyesi" ihracatçıların hâkim
olduğu kesimlerde ise fiyat düşüşleri az, miktar ise çok düşmüş. Geleneksel
şirketler ihracata devam edebilmek için fiyattan ciddi ölçüde taviz vermek
zorunda kalmışlar. Zincir üyesi ihracatçılar ise fiyatlarını fazla
düşürmemişler, buna karşılık ihraç ettikleri miktarlar yüksek oranlarda
azalmış. Bu ilginç farklılığın nedenlerini ortaya koymak krizden çıkış için ve
sonrasında izlenecek politikalar açısından önemli olabilir. Bu ihracatçı şirket
türlerinden birisi için uygun olan politika önerisi ötekisi için etkili
olmayabilir. Oysa 2008 krizi sonrasının dünyasında ihracat yapabilmek daha da
zorlaşacak. Üstelik Türkiye'nin ihracattan sağladığı döviz gelirine gereksinimi
de şimdikinden fazla olacak. O zaman, yanıtı hiç de kolay olmayan şu soruyu sormak
gerekecek: Bu iki ihracatçı şirket türünden hangisi ülke ekonomisine daha çok
katkı sağlar?
Türkiye'nin
ihracatı (milyon $)
|
1999
|
26.587
|
2000
|
27.774
|
2001
|
31.334
|
2002
|
36.059
|
2003
|
47.252
|
2004
|
63.167
|
2005
|
73.476
|
2006
|
85.534
|
2007
|
107.271
|
2008
|
132.027
|
2009*
|
64.622
|
* Ocak-ağustos dönemi
ihracat verisi.
Kaynak: TÜİK
Kaynak: Referans