1950’li yıllar... İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkan dünya yeniden şekillendiriliyor. Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu bünyesinde birçok uluslar arası anlaşma imzalanıyor. Hepsinin amacı, yerle bir olan dünya ekonomisini tekrar ayağa kaldırmak… GATT Anlaşması, TIR Anlaşması gibi birçok anlaşma imzaya açılıyor ve kısa zamanda yürürlüğe giriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Karayolu taşımacılığında ciddi artışlar yaşanıyor. Trafik ve taşımacılık kurallarını belirleyen onlarca uluslar arası anlaşma ile bakir olan bu alandaki yasal boşluklar gideriliyor. Bu yıllar Türkiye’nin de uluslar arası gelişmeler dışında kalmak istemediği yıllar. Nitekim 30 Eylül 1957 yılında imzalanan Tehlikeli Maddelerin Karayolu ile uluslar arası taşımacılığına ilişkin Avrupa Anlaşması(ADR) da Türkiye tarafından aynı yıl parafe ediliyor. Anlaşma, taşımacılıkta güvenliğin sağlanması, tehlikeli madde taşımalarının biçimsel açıdan diğer taşıma şekilleriyle uyumlaştırılması ve kullanılan taşıtların yapımı, donanımı ve işleyişine yönelik koşulların belirlenmesi amacıyla imzalanıyor. Kısacası, tehlikeli maddeleri daha dikkatli ve kimseye zarar vermeyecek şekilde taşıma konusunda düzenlemeler öngörüyor. AB müktesebatına göre de Türkiye’nin bu anlaşmaya taraf olması gerekiyor. Buraya kadar her şey iyi. Sonra ne mi oluyor? Aradan koskoca 52 yıl geçmesine karşın Türkiye bu anlaşmayı onaylamıyor. Bu 52 yıl boyunca kimler imzalamıyor ki ADR Anlaşmasını? Düne kadar devlet olmayan beyaz Rusya’dan Bosna Herek’e, Letonya’dan Slovenya’ya kadar 45 ülke anlaşmaya taraf oluyor, Türkiye bir türlü listeye giremiyor. Geçen yıl Tunus’ta anlaşmayı onaylıyor. Son olarak bu yıl anlaşmaya taraf olan ülke kim biliyor musunuz? Sıkı durun: Andora! Evet, bir karış toprağı olan Andora’da ADR’ ye taraf, ama Türkiye değil. Neden mi? Oligarşi bürokrasi yüzünden!
Anlaşmaya taraf olmak neden bu kadar önemli? Çok basit. Bugün Türkiye’den ADR Anlaşması kapsamındaki bir eşyayı Avrupa’ya taşıyan her sürücünün mutlaka ADR Sertifikası olmak durumunda. Aksi takdirde, Kapıkule’den öteye o yükü taşıyamaz. Bizim sürücülerimiz bu belgeyi nereden temin ediyor? Bazı özel eğitim merkezlerinden. Bu merkezleri kim akredite ediyor? Almanya. Neden? Çünkü Türkiye anlaşmaya taraf değil. Taraf olmayınca kuralları da anlaşmaya taraf ülkeler belirliyor. Oysa anlaşma Türkiye tarafından onaylansa, tehlikeli madde taşıyan tankların, tehlikeli madde taşıyan ambalajların nasıl yapılacağı ve sertifikalandırılacağı, yol denetimlerinin nasıl gerçekleştirileceği, danışmanlık ve sürücü eğitimlerinin nasıl yapılacağı, bu eğitimi veren merkezlerin nasıl denetleneceği belirlenmiş olacak. Türkiye anlaşmayı onaylamadığı için bu kuralların tümünün Avrupa ülkeleri belirliyor, biz de uygulamak zorunda kalıyoruz. Bu ayıbımızı Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım, daha göreve geldiği yıl fark etmişti. Hemen girişimlerini başlattı. Dış İşleri Bakanlığı’nın tozlu raflarında unutulmuş tercüme edilmiş anlaşma taslağını hızla meclise sevk etti ve takipçisi oldu. 30.11.2005 tarihinde 5434 sayılı Kanun ile Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ADR Anlaşmasına katılmamız uygun bulundu. Ancak Anayasamızın 90’ıncı maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak olan anlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onaylamayı bir kanun ile uygun bulmasına bağlıdır” hükmü yer aldığından, meclis tarafından “onaylanması uygun bulunan” Anlaşmanın hükümet tarafından “onaylanması” gerekiyor. Gelin görün ki, 30.11.2005 tarihinden itibaren Bakanlar Kurulu’nun “onaylama” kararı yürürlüğe giremiyor. Nedeni ise, çok komik. ADR Anlaşması’nın hüküm maddeleri 20–30 sayfadan ibaret. Bununla birlikte anlaşmanın mütemmim cüz’ü kabul edilen ve çoğu araçların teknik özellikleri, kimyasal madde isimleri, muafiyet tanınacak haller, eğitimlerin nasıl verileceği gibi 9 başlık altındaki ekler yaklaşık 1000 sayfadan oluşuyor. Öğrendiğimize göre, Ulaştırma Bakanlığı tarafından 5 yıl önce başbakanlığa gönderilen Anlaşma metninin Türkçe tercümesi Başbakanlık kanun ve Kararlar Genel Müdürlüğü tarafından beğenilmemiş. Bu nedenle, Bakanlar Kurulu’nun imzasına sunulmuyormuş.
Şimdi o Genel Müdüre sormak gerekmez mi? Mademki tercümeyi beğenmedin neden senin genel müdürlüğün 5 yıldan beri düzgün tercüme yapılmıyor? Eğer yetkin tercüme yapacak personelin yok ise, neden 5 yıldan beri dışarıdan bir kuruluşa tercüme yaptırmadın? İşin özü mü önemli şekli mi? Yanlış tercüme edilmek ile birlikte Türkiye’yi ADR Anlaşmasına taraf yapacak bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarmak mı, doğru tercüme için bir 5 yıl daha bekleyerek Türkiye’yi bütün Dünya’ya küçük düşürmek mi daha önemli? “ Sende bu ense, bende bu el olduktan sonra daha çok tokat yersin” diye bir söz vardır. Avrupalı da bize “Sizde bu bürokrasi biz de bu naz olduktan sonra AB kapılarında daha çok beklersiniz” derse, kimse küsmesin.
Kaynak: Transport Dergisi