Türkiye’de taşımacılığın konteyner bazında düşünüldüğünü vurgulayan Aqua Vega Akvaryumu kurucularından Ayhan Şentürk, “Oysa canlı hayvanları diğer malzemeler veya mallar gibi konteynerlerin içinde taşıyamazsınız. Türkiye’de canlı hayvan taşımacılığında uzmanlaşmış ve branşlaşmış firmalara ihtiyaç var” diyor.
Dünya denizleri ve okyanusları hala keşfedilmeyi bekleyen dev bir evren... Ankara Mamak’taki Nata Vega AVM’nin içinde kurulan ve geçtiğimiz yıl 23 Nisan’da hizmete giren Aqua Vega Akvaryumu, bu deniz canlılarının renkli dünyasını keşfetme fırsatı sunuyor. Toplam 3.5 milyon litre su kapasitesi ve 90 metreyi aşan uzunluğu ile Türkiye’nin en büyük akvaryumlarından biri olma özelliğine sahip olan Aqua Vega’da, 200 farklı çeşitten binlerce balık bulunuyor.
Türkiye’de birçok yerde akvaryum bulunduğunu hatırlatan Aqua Vega kurucularından Ayhan Şentürk, bu nedenle akvaryumu yaparken farklı bir konsept izlediklerini belirterek, “Buraya gelen ziyaretçilerin, balıkları görmek dışında bilgiye de doyarak çıkmalarını ön planda tuttuk. Bu nedenle irili ufaklı, tuzlu ve tatlı sudan oluşan, birbirinden farklı özelliklere sahip her akvaryumun önüne balıkların adı, ne yediği, ağırlığı, cinsi gibi birçok bilgiyi içiren eğitici panolar yerleştirdik. Ayrıca bir eğitim havuzumuz var. Buraya gelen öğrenciler biyolog arkadaşlarımız yardımıyla yengeç, deniz kestanesi gibi canlıları yakından görme imkanı buluyor. Ayrıca, koi balığı havuzumuz var. Koi havuzundaki balıklara biberonla yem verilebiliyor. Bu havuz, özellikle iletişim bozukluğu yaşayan çocuklar için oldukça yararlı ve terapi gibi geliyor” diyor.
NAPOLYON BALIĞI’NIN NAKLİYESİ 12 BİN 500 EUROYA MAL OLDU
Aqua Vega’nın hazırlık sürecinin bir yıl sürdüğünü belirten Ayhan Şentürk, asıl mücadelenin ise inşaat bittikten sonra başladığını vurgulayarak konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Çünkü akvaryuma konulacak balıkları dünyanın değişik denizleri ve göletlerinden getirdik. Uzakdoğu’dan getirdiğimiz balıkları Singapur’da bir tedarikçimizden temin ettik. Bu tedarikçimiz balıkları Endonezya'ya bağlı Bali adasından uçakla Singapur’a getirdi. Burada karantinası yapıldıktan sonra, önce üçte biri su, üçte ikisi saf oksijenden oluşan naylon torbalara, sonra ısı izolasyonu için özel köpük strafor kutulara konuldu. Sonra karton kutulara yerleştirilerek uçağa yüklendi ve İstanbul’a getirildi. İstanbul’da gümrükten çekildikten sonra da karayolu ile hızlı bir şekilde Ankara’ya transfer edildi. Hollanda’dan ithal ettiğimiz bazı özel türler ise frigofirik tırlarla Ankara’ya taşındı. Örneğin Hollanda’dan getirdiğimiz Napolyon Balığı için 12 bin 500 euro nakliye parası ödedik. Balığın kendi parası, gümrük masraflarını da eklediğimizde yaklaşık 40 bin eurolara mal oldu. Ki, neredeyse bir daire parası… Akvaryumdaki lokal balıklar ise Altınoluk’ta bulunan kendi balık tesisimden, karayoluyla büyük polyester, oksijen verilen özel tanklar kullanılarak Ankara’ya getirildi.”
KUM FİLİPİNLERDEN, AKVARYUM ÇİN’DEN GETİRİLDİ
Akvaryumda kullanmak üzere yurtdışından ithal ettikleri malzemeler için neredeyse tüm taşıma modlarını kullandıklarını belirten Şentürk, hava kargoda THY ile çalıştıklarını söylüyor. “THY ile taşıdığımız için ara transfer sorunu yaşamadık ve balıkları kolayca Ankara’ya transfer edebildik” diyor. Ayrıca balıkların sadece ısıtma bölümü olan uçaklarla taşınabildiğine dikkat çeken Şentürk, “Uçakların kargo taşınan bölümünün iç ısısı yaklaşık -55 derece civarında. Yani bagajlar çok soğuyor. Oysa bu balıkların içinde bulunduğu suyun belli bir ısıda tutulması lazım. Ama bazı uçaklarda ısıtma sistemi yok. Yani istesek de her uçağa balık taşıması yaptıramıyoruz. Bu da yaşadığımız önemli bir sorun” diye konuşuyor.
Balıkların taşınması için gerekli olan şartları sağlayacak gemiler bulunmadığı için denizyolunu kullanmadıklarını belirten Şentürk, şunları aktarıyor: “Balıklar dışında akvaryumda kullandığımız bazı ürünlerin taşınmasında denizyolunu kullandık. Örneğin akvaryumda kullandığımız kum Filipinlerden denizyolu ile getirildi. Akvaryumun camı Çin’den getirildi. Filtrelerin büyük bir kısmı yine Almanya’dan getirildi. Taşımalar denizyolu ile yapıldığında termin süreleri uzuyor ama daha ucuza mal oluyor. Karayolunda ise termin süreci kısalıyor, ancak maliyet artıyor. Ancak denizyolunu kullanırken sorunlar da yaşamıyor değiliz. Örneğin Uzakdoğu’dan gelen gemiler minimum 3 haftada geliyor. Hiç alakasız sebeplerden dolayı gemiler bağlanıyor. Bu bizim başımıza da geldi. Bu nedenle bir ay beklemek zorunda kaldık. O süreçte Eskişehir’de bir akvaryum kuruyorduk ve belediye işi olduğundan zamana karşı yarışıyorduk. Konteynerler zamanında gelmediği zaman bütün çark duruyor. Çünkü bir parça gelmeden, bir başka parçayı monte edemiyoruz. Zincir kırılıyor. Bu yüzden zamanında teslimat çok önemli.”
BİLE BİLE LADES DURUMU!
Lojistik hizmet aldıkları firmaları seçerken öncelikle fiyat teklifi aldıklarını belirten Şentürk, “Termin süresi en kısa ve maliyeti en uygun firmayı tercih ediyoruz. Ama bu noktada güven çok önemli. Eğer anlaşma yaptığımız firma 3 haftada getireceği bir ürünü 5 haftada getirirse, bu firmayı kara listeye alıyoruz. Lojistik hizmetlerde makul pahalılık kabul edilebilir. Bir ürünün taşımasında 10 lira yerine 12 lira verebiliriz. Ancak 10 lira yerine 20 lira veremiyoruz. Çünkü rekabet çok kızgın. Bu zor koşullar nedeniyle bazen taşıma hizmeti aldığımız firmaları seçerken bile bile lades olabiliyoruz” diyor.
Şentürk, Türkiye’de taşımacılığın konteyner bazında düşünüldüğüne dikkat çekerek şunları belirtiyor: “Fakat canlı hayvan taşımacılığı gibi spesifik alanlar var. Örneğin Eskişehir’de bir hayvanat bahçesi kuruyoruz. Buraya Afrika’dan getirilen canlı hayvanlar konteynerlerin içinde taşınıyor. Canlı havyanlar konteynerlerin içinde mal gibi taşınamaz. Bu nedenle spesifik işleri yapan, spesifik firmaların olması lazım. Ayrıca bu taşımacılıkta güzel de bir kâr marjı var. Normal bir konteyner 10 liraya taşınıyorsa, bu canlılar 100 liraya taşınıyor. Daha az iş düşüyor ama firmalar aynı parayı kazanıyor. Bu nedenle Türkiye’de canlı hayvan taşımacılığında uzmanlaşmış ve branşlaşmış firmalara ihtiyaç var.”
CANLILARI ÖLÜME TERK EDİYORUZ!
Ayhan Şentürk, yaşadıkları bir diğer sorunun da “kontrol belgesi” olduğunu söylüyor. Eskiden bir kere aldıkları bu belgeyi belirlenen ithalat kotaları bitene kadar bir yıl kullanabildiklerini hatırlatan Şentürk şunları anlatıyor: “Ancak şimdi her ithal edilen canlı için bu belgeyi almak zorundayız. Bu belgeyi alabilmemiz için bizden ön fatura, menşei şartnamesi ve sağlık sertifikası olmak üzere, üç tane belge isteniyor. Bu belgelerin istenmesi çok doğal, fakat bu belgelerden menşei şartnamesini önceden verme şansımız yok. Çünkü bu belgeyi canlılar uçağa teslim edildikten sonra alabiliyoruz. Yine sağlık sertifikası belgesi, canlı son anda paketlenirken veteriner çağırılıyor ve veriliyor. Ayrıca bu belgeleri gerekli kurumlara önceden teslim etmemize rağmen kontrol belgesi üç günde verilmiyor. En az bir hafta bizi oyalıyorlar, sonra da ‘Sağlık sertifikasının süresi geçti!’ diyorlar. Bu nedenle tekrar sağlık sertifikası çıkarıyorsun, masraf yapıyorsun. İşin kötü tarafı bu işlemler bitene kadar ithal edilecek canlı hayvan gümrükte bekletiliyor. Gümrükte bunları karantina edecek akvaryum yok. Resmen hayvanları ölüme terk ediyoruz. Sorunun çözümü için muhatap bulamıyoruz. Mantık hatası olan bu uygulamalarla insanların farklı yollara yönlenmesi adeta zorla teşvik ediliyor!”
ÇÖL FIRTINASI VE ÖLEN BALIKLAR!
Ayhan Şentürk, lojistik süreçlerine ilişkin ilginç anılarını işe şöyle anlatıyor: “1997’de kredi çekerek akvaryumumuza balık getirmek üzere Mısır’a gittim. Burada Kızıldeniz’de yaşayan balıkları yerinden seçtim. Balıkları en güzel şekilde paketledik. Sonra Mısır Havayolları’nın uçağına yükledik. Tam uçak havalanacakken bir çöl fırtınası başladı. Yaklaşık 5,5 saat fırtınanın dinmesini bekledik. Fırtına bittikten sonra bu sefer de uçuş ekibi sürelerinin dolduğunu belirterek gitti. Bir süre de yeni uçuş ekibini bekledik. İstanbul’a indiğimizde ise mesai saati bittiği için gümrük işlemlerini yaptıramadık. Bu tür taşımalarda kiloya göre para verdiğimiz için, az suda ne kadar çok balık getirirsek maliyetlerimiz o kadar düşer diye düşünmüştük. Ama bu balıkların paketlemesini 6 saatlik bir yola göre yapmıştık. Yaşanan aksiliklerden dolayı bu süre aşıldı. Bunun sonucunda kutuları açtığımızda bütün balıkların ne yazık ki ölmüş olduğunu gördük. Yani bir çöl fırtınası her şeyi değiştirdi. Bir seferinde de Lufthansa havayollarını kullanarak Suudi Arabistan’dan 20 koli Kızıldeniz balığı getirecektik. Aynı uçakta Almanya’dan ısmarlanan 20 koli de donmuş balık varmış. Almanya aktarmasında bu koliler karışıyor. Biz muayene memurları ile balıkların sağlık durumunu kontrol etmek için beklerken, kolileri açınca buza yatırılmış balıklarla karşılaştık! Karışıklık anlaşıldı tabii; bizim balıklar ertesi sabah elimize ulaştı, ancak ne yazık ki yarısından fazlası ölmüştü.”
Kaynak: Lojistik Hattı