Anasayfa / Sektörel / Sektör Haberleri / Ekonomi / İş Dünyası / PROF. DR. SEYFETTİN GÜRSELDEN EKONOMİDE 2013 SENARYOLARI

PROF. DR. SEYFETTİN GÜRSELDEN EKONOMİDE 2013 SENARYOLARI

PROF. DR. SEYFETTİN GÜRSELDEN EKONOMİDE 2013 SENARYOLARI01.04.2013

Geçtiğimiz yıl yaklaşık %2,5 gibi düşük bir büyüme kaydeden Türk ekonomisinin daha düşük bir cari açık ve daha yüksek bir büyüme patikasına oturması gerektiğini düşünen Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, “2013’te iç talep büyümeye sınırlı ölçüde katkı yapacak, asıl sorun resmi senaryonun net ihracat boyutu” diyor. Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, 2013 için iyi ve kötü senaryolarını ortaya koyarken ‘%2,5’un altında büyüme Türkiye’nin kimyasını bozar’ diyor.


Türkiye’nin ihracatla büyümesinin rekabet gücüyle doğrudan ilişkili olduğunun da altını çizen Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM) Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, eğer bu yıl büyüme yüzde 4’ü geçerse ekonomide tehlike çanlarının çalabileceğine işaret ediyor:

“2023’ün her bir hedefini yakalayabilmemiz için yıllık ortalama %5-6 arasında büyümeliyiz. Fakat küresel pazardaki rekabet gücümüzle de orantılı olarak, 2013’te büyümenin %4’ü geçmesi ancak iç talebin beklenenin üzerinde canlanması, ithalatında da buna bağlı olarak artmasıyla olur. Bu durum kriz çıkarmaz, döviz kurunda sıçrama yaratmaz ama ekonomide sarı ışığın yanmasına neden olur. Çünkü bu, bizim dengeli büyümeyi başaramadığımız anlamına gelir. Böyle bir tablo da 2014’te çok farklı adımların atılmasını gerektirir.”

Dilerseniz öncelikle Türk ekonomisinin 2012 karnesini değerlendirerek başlayalım. 2012 başında yapılan tahminler ne ölçüde başarılı oldu? Kötümser senaryolar mı galip çıktı?

2012, nihai büyüme rakamı henüz açıklanmadı ama BETAM olarak geride bıraktığımız yıl Türk ekonomisinin %2,6 oranında büyüdüğünü tahmin ediyoruz. Bu oldukça düşük bir rakam, çünkü bildiğiniz üzere Orta Vadeli Program’da öngörülen 2012’de büyümenin %4 olacağıydı. Aslında yumuşak bir inişten söz ediyorduk. Çünkü büyümenin %8’lerden %4’lere çekilmesi bilinçli bir tercihti, karşımızda çok yüksek bir cari açık vardı. Bununla birlikte tamamen iç talebe dayalı bir büyüme söz konusuydu. Bu büyümeyi daha dengeli hale getirmek için bir düzeltme operasyonu yapıldı. Hem mali politikalar, hem de para politikası sıkılaştırıldı. Bunun sonucunda büyüme hakikaten düşürüldü. Yine arzu edildiği gibi büyümede net ihracatın katkısı pozitife döndü. İhracat, ithalattan daha fazla artmaya başladı. Ama %4 değil, %2,5 civarında bir büyüme ortaya çıktı. Buna da yumuşak iniş demek çok zor, düpedüz sert bir iniş söz konusu. İç talebin durgunlaşacağı öngörülemediği için böyle bir tablo karşımıza çıktı.

Peki ihracat odaklı ekonomi modeli, Türkiye için ekonomide sürdürülebilir büyümenin anahtarı olabilir mi?

2013’te zaten böyle bir büyüme arzulanıyor, yeniden %4 hedefi kondu. Bu hedefe hem net ihracatın, hem de iç talebin pozitif katkı yapması hedefleniyor. Bu ikisinin birbiri ile ne kadar tutarlı olduğu ise tartışmalı bir konu... Geçmişte de hem iç hem de dış talebin büyümeye pozitif katkı yaptığı dönemler oldukça ender. Bu da yapısal nedenlerden kaynaklanıyor. Çünkü iç talebi artırmaya başladığınız zaman ithalat da artıyor, o zaman net ihracatta negatife dönebiliyor. Dolayısıyla öyle bir büyüme rejimi gerçekleştireceksiniz ki, ithalat artsa bile ihracat ondan daha hızlı artıyor olacak. Bu, Türkiye’nin rekabet gücüyle doğrudan etkili. Dolayısıyla bizim böyle bir büyüme rejimini gerçekleştirebilmemiz için daha fazla rekabet gücüne ihtiyacımız var, bunun için de çok esaslı yapısal reformlar gerekiyor. Ekonomide büyümenin dinamiklerini nasıl olacağını kestiremiyoruz ama çok da kolay olmayacağı ortada.

2013 İÇİN İKİ FARKLI SENARYO…

Peki sizin 2013 için iyi ve kötü senaryonuz nasıl?

İç talebin ve kredilerin canlanmakta olduğunu gözlemliyoruz. Gerçi Merkez Bankası’nın koyduğu sınırların da ötesine geçilmiş durumda. Toplam kredi hacmindeki yıllık artış temposu genelde %20’nin biraz üzerinde gözüküyor. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın bunun artmasına daha fazla izin vereceğini sanmıyorum. Bu gelişmeler sonrasında iç talebin geçen yıl gibi durgun seyretmeyeceği anlaşılıyor. Merkez Bankası da faizleri bir miktar gevşetti. Buradaki esas büyük soru net ihracat olacak. İç talep ne oranda tırmanacak ve acaba bunun bir sonucu olarak ithalat, ihracattan daha fazla artmaya başlar mı?

Bu sorunun cevabı için küresel konjonktüre de göz atmak da fayda var. En büyük pazarımız olan Avrupa, bu yıl da durgun olacağa benziyor. Amerikan ekonomisinde ise daha yüksek bir büyüme ve kalıcı bir ekonomik düzen sağlanabilirse dış talebimiz de bu gelişmelerden olumlu etkilenir.Şahsi kanaatim, 2013’te net ihracatın az da olsa negatife dönebileceği yönünde. Evet, 2012’ye oranla daha yüksek büyüme oranlarını yakalarız ama bu büyümenin niteliği çok büyük önem taşıyacak.

Siyasi tartışmalar, siyasi olumsuzluklar artık ekonomiyi ne kadar etkiliyor? Ekonominin artık kendi rayında gittiği yönündeki görüşlere katılıyor musunuz?

Türkiye, 2000’li yılların öncesine kıyasla ekonomide oldukça geniş bir özerklik kazandı. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, bankacılık alanında kaydedilen gelişmeler önemli reformlardı. Bu yapılar sayesinde de ekonominin siyasetteki olumsuz gelişmelerden etkilenme oranı azalsa da, bu bağın tamamen koptuğunu söylemek için henüz erken. Gelecekte daha büyük siyasi sorunlar yaşanırsa, ekonominin etkilenmeyeceğini söyleyemeyiz. Önümüzde güncel bir örnek olarak Belçika var. Ülkede ciddi bir siyasi istikrarsızlık olmasına rağmen, Belçika ekonomisinden kimse söz etmiyor. Ülke yönetilemez hale geldi diye ekonomi de çökmedi. Türkiye’nin ise böylesi bir sınavdan aynı sonuçlarla çıkamayacağının hepimiz farkındayız.

%2,5’UN ALTINDA BÜYÜME TÜRKİYE’NİN KİMYASINI BOZAR

Önümüzde kritik seçimlerin olduğu 2014 yılı var. Sizce yaşanacak gelişmelere ekonomi nasıl tepki verir?

Büyüme ve işsizlik çok önemli iki parametre. 2013’te yüzde 4’e yakın bir büyüme olduğu taktirde, hükümet 2014’e ekonomiden hırpalanmış olarak girmez. Krizde olduğu gibi AK Parti’nin oyları üzerinde işsizlik olumsuz bir etki yaratmaz. Şu anda ekonomide böyle bir çöküş durumu yok. Hızlı büyüme ve işsizliğin düştüğü dönem geride kaldı. Daha vasat bir 2013 ve daha vasat bir ekonomik performans bekliyorum.

Türkiye’de ekonomik büyümenin düşük devam etmesi hangi sorunları tetikler?
Bu tablo çok değişir. Büyümenin 2013’te yüzde 2,5’in de altına düşmesi işsizliği tırmandırır, ayrıca moralleri bozar. Yüksek büyüme ve işsizliği düşürmekle övünen iktidar bundan zarar görür. Türkiye’nin ekonomik dengeleri bozulur, yanlış politikalara sapılabilir. Mali disiplin gevşetilebilir. Türkiye’nin kimyası bozulur. AB’de büyük bir kriz yaşanır, Amerikan ekonomisinde sıkıntılar artarsa bundan Türkiye’de etkilenebilir. Ama tabi ki bu kötü ve gerçekleşme ihtimali düşük olan senaryo.
ABD SUYUN ÜZERİNDE, AB BATAKLIKTA!

Son yıllarda küresel ekonomide büyüme döneminin bittiğini tartışıyoruz. Bu açıdan 2012 nasıl geçti?

Asya, Japonya hariç iyi gidiyor, Amerika suyun üzerinde durmayı başardı. Asıl problem ise Avrupa’da... Güney Yunanistan suni teneffüsle yaşatılıyor, Portekiz kemer sıkmaktan isyan eder durumda. İtalya ve İspanya’da ise bütçenin dikişi bir türlü tutmuyor. Avrupa fonlarına başvurup, başvurmayacakları tam bir soru işareti.

Özetle Avrupa tam bir çıkmazdı. 2012’de bir sürpriz olmadı ama 2013’te bu durumun yansımalarını çok net görebiliriz. Bazı halkalar kopabilir. İspanya ve İtalya’da neler olacağını şu anda kestiremiyoruz anca Almanya’daki seçimlerin ardından AB çok kritik bir sürece girebilir.

Bu borç yükünün altından kalkması için AB’nin nasıl bir formüle ihtiyacı olduğunu düşünüyorsunuz?


Görünen o ki, Euro alanın yeniden düzenlenmesi lazım. Ya birkaç ülke Euro’dan çıkıp yeni bir ortak para biriminde anlaşacaklar, yani mevcut Euro ciddi bir devalüasyon geçirecek. Ya da bugünkü zayıf halkalar Euro’dan çıkacaklar ve bunun karşılığında Güney Avrupa’nın borçlarının önemli bir bölümü silinecek.

Yapılması gereken bu ama buna kimse bir türlü yanaşmıyor. Euro’yu 16 ülke ile devam ettirebileceklerini düşünüyorlar fakat bunun yolu da çok ağır istikrar politikalarından geçiyor. Bunu uygulayanların da nefesleri yarı yolda kesildi. Devalüasyon silahını ve Euro’dan çıkışı kullanmadan bu ağır borç yükünden kurtulmak mümkün olmayacak.
Peki ABD cephesinde işler yolunda mı? ABD İmparatorluğu hayali sizce bitti mi?

Obama’nın ikinci döneminde tasarladığı strateji, vergileri ve kamu harcamalarını artırmaktı. Buna göre orta vadeli projeksiyonlar yapılmıştı, ABD’nin borcu da 2016’tan itibaren düşmeye başlayacaktı. Fakat Temsilciler Meclisi’nde çoğunlukta olan Cumhuriyetçiler buna çomak soktu. Vergi artışları düşük kalınca, bütçe açığı hedeflerine ulaşmak için kamu harcamalarından kısmak lazım. Sosyal programı da çökerteceği için daha fazlasına da Obama’nın tahammülü yok. Dolayısıyla ne yapacağını o da bilmez durumda. Ya savunma harcamalarını keserek dünya jandarmalığından vazgeçecek, ya da seçimler yapmak zorunda kalacak.

TÜRKİYE İÇİN DEVLER LİGİ HAYALDEN ÖTEYE GİDEMEZ

Türkiye’nin ekonominin devler liginde yer alma hedefini eleştiren Prof. Dr. Seyfettin Gürsel “Türkiye orta büyüklükte bir ülke. Hiçbir zaman devler liginde yer almayacak” diyor. Nüfusu 2050’de 90 milyona ulaşacak Türkiye için önemli olanın zenginleşmek ve sanayileşmek olduğunu söyleyen Gürsel, ancak büyümenin bundan sonra yavaşlayacağını, önümüzdeki 10 yılın geçtiğimiz 10 yıldan daha zorlu olacağını kaydediyor. Türkiye’nin çok daha esaslı, verimliliği artırıcı reformlar yapması gerektiğine işaret eden Gürsel, şöyle konuşuyor: “Eğitimden enerjiye vergiden yargıya birçok alanda adet yerini bulsun diye değil köklü reformlara ihtiyaç var. Böylece Türkiye hem istihdam yaratır, hem de verimlilik artışları büyümeyi önemli ölçüde tetikler. Bu adımların atılması halinde küresel ekonomide ilk 15’e gireriz. Listede bizi zorlayacak sadece Endonezya var, dolayısıyla en kötü ihtimalle de bugün bulunduğumuz yerden bir basamak gerileyerek 18. oluruz.”

Kaynak:Lojistik Hattı