Türkiye’nin ihracatı artmaya devam ediyor. Her ne kadar bu artışın, esasen İran`a yapılan değerli metal ihracatından etkilendiği ifade edilse de; ülkenin GSMH büyümesi ve ihracat rakamlarındaki artışlar, ekonomimizin göreceli sağlam yapısı ve yönelimini teyit ediyorlar.
Bununla beraber Suriye`deki trajik istikrarsızlık, İran üzerinde artan uluslararası baskılar, Mısır`da bir türlü durulmayan sular ve Avrupa`daki can sıkıcı ekonomik sessizlik de devam ediyor.
Az evvel Standart and Poor`s`un İngiltere`nin not görünümünü durağandan negatife çevirdiği ajanslara düştü.
İtalya`da ise Berlusconi`nin yeniden erken seçimlerde aday olacağı geçen günlerde duyuruldu.
Yunanistan, bunca sosyal travma ve ekonomik şoklara rağmen hala rahat bir nefes almak için çok bekleyecek gibi görünüyor.
AB Dönem Başkanı Kıbrıs da ayakta kalmak için Avrupa`lı ortaklarından yardım istemek zorunda kalanlar kervanına katıldı.
Bazı Yunan dostlarımdan, Almanya`ya karşı Güney Avrupa ülkelerinde giderek artan bir kızgınlık olduğunu duyuyorum. Öyle ki Almanya`nın senelerce verdiği dış ticaret fazlasını kendilerinin finanse ettiğini düşünen bu ülkelerdeki artan sayıda Avrupalı vatandaş, hal böyle iken Berlin`den gelen talimatlarla maaşlarının eritilip, borç ve vergilerinin arttırılmasına giderek daha fazla tepki gösteriyorlar.
Öte yandan zengin Körfez ülkeleri ile Orta Asya bölgesinde izlenen pozitif ekonomik seyir, bir yandan umut vaat ederken diğer yandan bu bölgelerin ortasında bulunduğu çatışma ve krizler, bir türlü o ufuklardan bulutların silinmesine izin vermiyor.
Daha uzaklarda ise Çin, en büyük rakibi ABD`nin ekonomik sağlığına dayanan güçlü büyümesini sürdürmeye gayret gösteriyor.
Afrika ise varlık içinde yokluğu yaşayarak, insanın gelişmişlik tarihini asgari 40 yıl geriden takip etmeye devam ediyor.
Şu ana kadar okuduklarınızla aslında iki şeyi yapmakta olduğumu farketmek üzeresiniz: Türkiye`de olup bitenlere bardağın dolu tarafından, dünyada olup bitenlere ise bardağın boş tarafından baktım.
Başka bir deyişle, bunun tersini de yapmak mümkündür. Ülkemizde olan eksikliklere dikkat çekip Avrupa`da yaklaşan pozitif büyüme dönemine, Arap Baharı ile yaklaşan yeniden yapılanma ve modernleşme sürecine dikkat çekerek benzer bir yazı da yazabilirdim.
Birinci, yani yukarıdaki yazıyı okuduğunuzda ne kadar şanslı ve avantajlı olduğumuzu düşünürken, ikinci senaryoda ise yakın zaman içerisinde etrafımızdaki ülkelerin büyük bir ivme yakalayarak hızla bizi arkalarına alabileceği hissinden kaynaklanan bir tedirginliğe teslim olabilirdiniz.
Eğer öyle ise, ne demeye çalışıyorum? Ulusal, bölgesel ve küresel meselelere önümüzdeki bardağın boş ve dolu taraflarından bakarak değerlendirmeler yapmak mümkündür. Ancak unutmamalıyız ki farklı seviyelerdeki aynı meselelere değişen açılardan baktığınız zaman, gerçek büyük resmi görme kabiliyetinizde önemli sakatlıklar sözkonusu olabilecektir.
Şahsen, son günlerde ülkemize yönelik değerlendirmelerde haklı pozitif etkilerin yoğunlaşmasına rağmen bölgemizdeki değerlendirmelere gereğinden fazla negatif anlamlar yüklediğimizi düşünüyorum.
Bu da bireysel olarak bizleri ve elbette karar alıcıları, olması gerektiğinden fazla özgüvene ve rahatlığa sevkedebilmektedir.
Bu sebeple, özellikle taşımacılık ve lojistik sektörümüze yönelik çalışmalarda belirginleşen “bakanlıklar arası çok başlılığı” ihtiyatla izliyor ve kamu ile özel sektör arasında çok katılımlı ve kapsayıcı bir ortaklık ve eşgüdümün hala tesis edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Ancak bu sayede ülkemizin bölgesel bir lojistik üs olması için ortaya konulan iddianın, erişilebilir terminleri olan bir ulusal eylem planına kavuşacağını ve kamu ile özel sektörden tüm tarafların birlikte rol üstlendiği bir uluslararası vizyon ve çerçevenin, sınırları aşan bir perspektifle ortaya çıkarılabileceğini düşünüyorum.
Haydar Özkan/Taşıma Dünyası